Türkiyəli jurnalist Həsən Barının Axar.az üçün qələmə aldığı “Nə zəlzələ təsadüfdi, nə də iqlim” orijinalda təqdim edirik:
Depremden hemen sonra “Bu bir deprem değil, saldırı” demiş, bunun sebeplerini yazımda anlatmıştım.
Bu konudaki fikirlerimi farklı siyasi düşüncelerde olan gazetecilerle konuşup istişare ettik.
Anladım ki;
Depremin, saldırı olduğunu sadece bir ben düşünmüyordum, hepimiz aynı fikirdeydik. Diğer ülkelerin bilim ve siyaset insanlarından da aynı türde açıklamalar duydum.
Prof. Dr. Naci Görür; Depremi başka bir ülkenin gerçekleştirdiğine inanan ben gibi insanlara öncelikle bir güzel hakaret ediyor, sonra da depremin su ile tetiklenenebileceğini ifade eden konuşmasını dinledim.
Biz hakaret, küfür, tehdite alışkınız. Hocamın canı sağolsun o ayrıda; Sayın hocam, biz “deprem oluşturuldu” demiyoruz; zaten gerçekleşecek olan deprem tetiklendi öne alındı diyoruz.
Yani sizin söylediğinizi söylüyoruz. Aynı şeyden bahsediyoruz.
Ben şuna inanıyorum:
Bilim insanlarının bildiği bilimin üstünde, günlük hayatta da geçerli, bilim insanlarının bilmediği görmezliğe geldiĝi, bilim içinde ayrı bir bilim vardır.
Bu bilimin, bilginin gücünü bırakın modern laboratuvarlarda yapılan deneylerle ispatlanan bazı bilimsel bilgileri günlük hayatta da basit deneylerle bir şekilde ispatlamak ta mümkündür.
Su deyince, buyurun, suyun gücünü ispatını sağlayan basit bir deney:
Aynı süre aralıklarla betondan aynı damlayan su damlacığınin belirli bir süre sonra betonda bıraktığı etkiye hiç şahit oldunuz mu?
Buyurun bu etkiyi bir de deneyebiliyorsanız vücudunuzda deneyin:
Kafanızı sıfır numara tıraş ettirin, yukarıdan aynı sürede aynı yükseklikten kel kafanızın hep aynı noktasına bir damla su damlayacak şekilde bir düzenek ayarlayın. Kafanıza birer damla su damlamaya başladıktan sonra, zaten dayanamazsın, ama beş dakika sonra beyninizde oluşan tahribatı siz söylemezseniz de beyniniz size söyler.
Çinliler, bunu işkence yöntemi olarak kullanırlar, önermem, ama yaparım diyene aha kel, aha meydan, aha da damla.
Seste çok güçlüdür. Bombanın, uçağın sesinden camların kırıldığının basit bilgileri bir kenara bırakalım.
Uygulamak isteyene bir de sesin gücüne dair bir deney:
Hiçbirşey olmayan bir odaya geçin. Aynı zaman aralıklarıyla kısa süreli sesler gönderecek bir ses cihazı ayarlayın. O sws aletinden çıkan kısa süreli ses belirli bir süre sonra sizin beyninizde bomba etkisi yapmaya başlar.
Her iki deneyde de gerçekleşecek güç, belirli bir süre sonra gücünü katlayarak beyinde rezonans etkisi yapar.
Ben, suydu, kel olmaktı, odaydı, müzik aletiydi – bunlarla uğraşamam diyenlere; basit bir gücün nasıl artıp katlandığına dair her yerde, evinde bile uygulayabileceĝiniz çok basit bir deney:
Elinize bir kadın kol çantası alın, iki kolunuzu da omuz hizasında kaldırın. Belirli bir süre sonra elinizdeki kol çantası büyük bir ağırlığa dönüşecek, taşıdığınız ağırlık, ağırlık taşımayan kolunuzu da etkileyecektir.
Denemeden önce size hatırlatırım. Bunu bir milli boksör sadece ön yedi dakika; iriyarı bir adam ise gözümün önünde sadece dokuz dakika yapabildi.
Hafiften olsa bir güç, canlı veya cansız varlık karşısında zamanla dayanılmaz bir güç oluşturur. (Bu da yerçekimi ile birleşerek oluşan bir nevi Rezonans etkisi).
Hayatta karşılaşıp kendinizde uygulayabileceğiniz bir çok örnek veririm ama;
Hatay Depremi ile ilgili yazdığım yazıdan sonra bana sıkça sorulan “Deprem oluşturacak teknoloji var mı” sorusuna basit deneylerden sıyrılarak, daha bilimsel cevap vermeye de çalışayım:
80’li ortaokullu yıllarım, Bilim ve Teknik Dergisi’nde okuduğum makaleden:
Mars’a gönderilecek bir uzay aracının Mars’a gidinceye kadar yakıt sorunu olmadığı, sorunun dönerken olduğu, bunun da Mars’ta bulunan buzun eritilip su haline dönüştürüldükten sonra sudaki hidrojenin yakıt olarak kullanabileceği yazıyordu.
Peki, Dünya’daki su, hala niye yakıt teknolojisinde kullanılmıyor?
Dünya’daki suda hidrojen olmadığından mı?
Günümüzde;
Şu an araç 255 milyon km uzaklıktaki Mars’a gitti, üstüne üstüne üstük birçok yeteneği olan bir araçta yüzeyine indi ve kildir kildir Mars yüzeyinde dolaşıp şakır şakır fotoğrafını çekip Dünya’ya gönderiyor.
Hangi enerjiyi kullandığını bir kenara bırakın, buyurun günümüzdeki kullanılan teknoloji!
90’lı yıllar:
Bir Amerikan Üniversitesi, Güneş’teki enerjiyi elde edip bunu bir fanusta hapsetmeyi başardıklarını açıkladı. Sonra başka bir üniversitede bu deneyi gerçekleştirdiğini kamuoyuna duyurdu. Diğer, diğer üniversite derken sıra bizimkilere geldi.
Dünya’da beşinci olarak Ege Üniversitesi Füzyon Deneyi diye adlandırılan bu deneyi gerçekleştirdiĝini açıkladı.
İnanmıyorsanız İnternette araştırın diyeceğim, ama benim o zamanlar bizzat takip ettiğim bu deneylerle ilgili haberlerin hepsi de insan hafızasından silinmek istercesine silinmiş.
Ama benim hafızamdan silinmedi!
İnanmayan bu konularla ilgilenen ve hafızası en az ben kadar iyi olan birine sorabilir.
Yakın zamanda ise;
Nükleer santrallerde kullanılandan farklı olarak, daha az atığı olan havayı daha az kirleten deney olan Manyetik Hapsetme Füzyon deneyi gerçekleştirilerek, Güneşin yüzeyindeki sıcaklıktan en az yüz kat daha fazla sıcaklık elde edildi.
Bu sıcaklık 3 milyon santigrat derece olarak ölçüldü.
Bazı bilim insanları bu sıcaklığı yüz milyon santigrat dereceye kadar çıkarsa da; alt sınır olan 3 milyonu ele alırsak, sigaranın ucundaki sıcaklığını 300 santigrat olduğunu hatırlatır, 300 santigrat derecenin gücünü denemek isteyene sigaranın ucuna fazla değil, hafiften dokunmasını tavsiye ederim.
Bu arada insanoğlu, nükleer yakıt olarak kullandıĝı, koca koca gemilerini onlarca yıl hareket ettirme enerji gücüne sahip, elde edebildiği ama yok edemediği çok tehlikeli olan Plutonyumu keşfetti.
Bulutların hareket yönünü değiştirerek, istenilen yerlere yağmur yağması için yağmur bombasını keşfetti, ama ani esen rüzgarla bulutların kontrolden çıkıp yanlış yere çok fazla yağmur yağıp felaket oluşturulmasından korkulup kullanılmadığı söylendi.
Ya kullanılmışta, kullanıldığını biz bilmiyorsak!
Fransa, ard arda yaptığı beş nükleer silah denemesi yapınca, deneme yaptığı yerlerin uzağında bile depremler olmaya başladı. Fransa uyarıldıktan sonra denemeleri kesince depremler de kesildi.
Son Hatay depreminden sonra da ABD gökyüzüne füze atınca, depremin bu yaptığı denemelerden kaynaklandığı ile olduğu suçlaması gelince; “Alakası yok, depremden önce de bilmem kaç tane attık” diye resmi ağızdan açıklama yapmak zorunda kaldı.
Küba’da, ard arda depremler olunca, Küba Lideri Fidel Castro; “Bu depremleri ABD yapıyor” diye açıklama yaptı.
Bu açıklamaya ABD en üst ağızdan “güldürmeyin bizi” diye açıklamayla cevap verdi.
Gülen sadece ABD değildi; ben de Castro’nun açıklamasına gülmüştüm, ama ne manidar rastlantıysa, Castro’nun bu açıklamasından sonra Küba’daki depremler durdu.
Ne enteresam değil mi bu bilgi de internetten silinmiş!
“Asrın deneyi” diye reklamı yapılan; “Tanrı parçacığı bulma” diye de adlandırılan deney gerçekleşmeden;
İsviçre’deki CERN’de (Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi) bulunan, dünyanın en büyük ve en güçlü parçacık hızlandırıcısı olan Büyük Hadron Çarpıştırıcısı çalıştırılmadan önce depremi tetikleyebileceği kabul eder tarzda insanları ; “Ne olacağıni bilmiyoruz, kontrolümüz dışında birşey olabilir; fay hatları tetiklenebilir, Dünya’da önü alınamaz büyük depremler olabilir” diye bilim insanları üzerine basa basa deneyde yapacakları uyardı, hatta hatta yapmamalarını istedi.
Deney oldu; şükür korkulan olmadı!
Sizi bilmem de benim aklıma şu soru geliyor:
Bu teknolojiye sahip olan Dünya; bilim insanlarının fay hatlarına su basılırsa, deprem tetiklenebilir diye kabul ettikleri suyla gerçekleştirebilecekleri tetiklemeyi, anlattığım ve bilmediğimden dolayı anlatamadığım teknolojiyle mi gerçekleştiremeyecek.
Diyelim ki sadece suyla depremi tetikleyebiliyoruz; gezegeninin adının Mars değil Dünya olduğunu, deprem bölgesi ve yakınlarındaki bölgelerde petrol arayan birçok ABD şirketinin de olduğunu hatırlatırım.
İlk yazımı yazınca bana soranlar oldu;
İyi de niye İstanbul değil?
Cevap vereyim:
Deprem, enerjinin dönüp sıkışmasıyla olur. İstanbul’da deprem olalı yirmi dört sen oldu, yani yirmi dört senelik enerji birikti. Hatay’da ise en son şiddetli deprem 13 Ağustos 1822’de olmuş. O da 7.0 şiddetinde, tahmini on bin kişinin ölümüne yol açan deprem.
Dolayısıyla da Hatay’da, iki yüz senelik enerji birikmiş, bazı bilim insanlari ise beş yüz senelik der, ama biz iki yüz kabul edelim.
Matematiksel orantı kurarsak, İstanbul’da birikenden sekiz katından fazla!
Ve bu güç, deprem tetiklenerek önceye alındı!
Bunu kendi beyninizde analiz etmeniz için, anlatmak istediğimi anlatabildiğimi tahmin ederek; “Zaten olacaktı, ama o zaman iklimin birkaç gün çok kötü olduğu bu zaman mıydı?” sorusunu kendinize sormanıza rica edeceğim!
Ve
Aynı gün olan çok şiddetli ve ölümcül olan ikinci depremde mi rastlantıydı?
İnsan deli olunca aklina geldikçe geliyor, buyrun bir deli soru daha;
Zarar görmesin ayrı da, ABD üssü olan, binlerce ABD askerinin, onlarca nükleer ve gelişmiş pahalı silahın bulunduğu, depremin merkezinin dibindeki İncirlik niye hiç zarar görmedi?
ABD’nin, depremden hemen sonra, hedef şaşırtıp kabahat savmak amacı düşündüren, yerin altına, yüzeyine değil; gökyüzünün üstüne bakın der gibi;
“Gökyüzünde tanımlayamadığımız cisimler görüyoruz” açıklamasını, açıklama yaptığını da hafızama yazdım.
Şimdi de buraya yazıyorum!
Tekrar söylüyorum:
Deprem tetiklendi dememe rağmen, bunu deprem oluşturuldu olarak anlayanlara tekrar söylüyorum; deprem oluşturulmadı, deprem tetiklendi.
Anlatmak istediğini çok basit bir örnek daha vererek örnek kotamı doldurayım:
Havayla şişirilmemiş bir balon düşünün, tırın altında kalsa da patlamaz, çünkü içinde baskı oluşturacak enerji yoktur!
Doğru mudur?
Peki, balonu iyice şişirin bir alana bırakın. Zamanla içindeki hava, balondan çıkmak için çeperlere (Balonun kenarlarına) baskı uygulamaya başlar. Fizik ve kimya kuralıdır, sıcağı görünce bu hareketlenme artar.
Her iki halde de içindeki hava, eğer küçük bir delik bulamazsa, balon belirli bir süre sonra patlar.
Patlamanın zamanını öne çekmek isterseniz balonu sıcaktan etkilenmesini sağlarsınız. Eğer hemen patlatmak gibi derdiniz varsa, iğnenin ucu size yardımcı olacaktır.
İğnenin ucuyla basit olarak yapılanın benzeri teknolojik olarak yapılmıştır.
Ben ve ben kafalılar böyle düşünüyor.
Bazılarınızın, “O bölgedeki binaların çürük olan durumu ne olacak, onu niye gözardı ediyorsun” dediğini duyar gibi oluyorum.
Haklısınız da, bunu sen-ben biliyoruz da, Türkiye’nin üç noktasına yer altı seslerini dinlemek için cihaz yerleştiren; deprem 7.1 şiddetine diye Türkiye açıklama yaptığında; 7.1 değil, 7.4 diyerek karşı açıklama yapan ve dediği doğru çıkan ABD bilmiyor mu?
Şu gün çok soğuk olacak diye uyarı yapılırken tam o uyarı yapıldığı gün iki şiddetli deprem olması da ayrı uzun bir yazı konusu!
Haksız mıyım?
Vatanımda bir daha böyle böyle felaketler olmamasını dileyerek, kasmadan açıkça yazacağım: Deprem de iklim de rastlantı değil, bunu yapan ABD ve bilip sessiz kalanlar da yandaşları!
Hidrosfer, İyonesfer ve Alaska’daki üs, uzaylılar muhabbetine girip yazıyı daha fazla uzatmak istemiyorum.
Merak eden araştırır.
Bazı bilim insanları ise; Depremin Amerikan HAARP teknolojisiyle yapıldığına inanmıyorum, inanananlar deyip ben fikirli olanlara saydırır.
Birşey söyleyeyim, ama kimseye söylemeyin; ben de inanmıyorum, simdiki teknoloji daha ilerisi, o dediğiniz otuz sene önceki teknoloji.
Anafikrinde, Amerikalıların bile hemfikir olduğu, anlam yüklü, uydurma, yakıştırılan ve yakışan bir hikaye ile yazımı bitireyim:
“Tanrı, Amerika Kıtası’nı yaratıp, uzun uzun hayranlıkla bakıp, “çok güzel oldu, ama böyle olmaz, dengesiz oldu, dengelemem lazım” demiş.
Dengelemek içinde Amerikalıları yaratmış…